Biraz empati, biraz revani , biraz da cumartesi. ..

Cumartesi sabahı, öyle ki saati yine hiç umursamadım.  içim de bir yerlerde saklanan sesler  korosu  "boş ver bugün cumartesi, biraz daha uyu" dediler. Ve bende öyle yaptım. Sonuç olarak geç kaldım.  Ama çok da değil ortası işte.  Hani bir sistem vardır.  Çalışanlar bilir 5 dk geç kalsan geç kalmış sayılmazsın 10 dk geç kalsan gözler üzerinizde olur 15-20 dk oldu mu tamam bundan böyle her gün erken gelsen de yakayı kurtaramazsın . Mesela ben eskiden her gün 10 dk geç geliyordum (aslında hala öyle) sonra mesai saatini 8,30 yaptı patroncuğumuz. Aslında tüm suçlu bendim ama bedelini herkes ödedi.  Başkası yüzünden böyle bi duruma maruz kalsam o kişiye çok söverdim içimden kesin ve net. Ama umarım sevgili iş arkadaşlarım bana içlerinden sövmemişlerdir. Gerçi bi tanesi beni toplantı esnasında ispiyonladı. Onla da sonra fena kavga ettim. Hem suçlu hem güçlüyüm anlayacağınız. 
Cumartesi cumartesi çalışıyorum bunun için üzülmeli miyim yoksa  cumartesi yarım gün diye sevinmeli miyim?  Bu sorunun cevabını vermek için tam bi buçuk sene cumartesi günleri yarım gün çalışmam gerekti . Her cumartesi Üzgün bi suratla çalıştım sonra baktım ki faydası yok,  nasıl olsa cuma gününü de atlattık diye sevinmem gerektiğini anladım. En azından kendinize ayıracak  üç beş saatiniz oluyor. Pardon oluyor-du artık benim o vaktim de yok. Neden mi çünkü ingilizce kursuna başladım.  Hem cumartesi hem pazar  bana pek bi şey bırakmıyor anlayacağınız. Alışveriş vakti bile ayarlayamıyorum. Ne acı. Ama kendime "sevgili Nurseli her zaman alışveriş yapabilir,  her zaman gezebilir fakat her zaman ingilizce öğrenemezsin" diyerek avutuyorum. Hocam da bu hususta çok kıl.  Eğer arkadaşlarınla buluşacaksan bi daha dersime gelme diyor.  "Aaa olur mu hocam hiç öyle şey yapar mıyım ben " diyorum. Aslında yaparım ama geçen gün ben işten biraz geç çıkabilirim diye hocaya haber verdim,  şansa o gün ali beyle işimiz erken bitti , bende saatimde çıktım. Sonra eve gittim oyalandım biraz. 5 de derse gittim . Hoca işyerimi bile aramış kaçta çıktım diye sormuş. Yani anlayacağınız bu konuda çok kıl.  Zaten bende yalan söylemem.

Hal böyle olunca bi şeyleri zorlamanız gerekiyor, tabi alışveriş yapmak istiyorsanız.  Bende işe gittim işlerimi yetiştirmeye çalıştım. Hocanın işi var diye ders saatini 5, 30 aldık. Ali abi beni mesaiye tutmaya çalıştı. Ama ben "olmaz alışveriş yapmam lazım. Ne zamandır alışveriş yapmıyorum psikolojim nasıl biliyor musunuz" dedim. O da beni göndermek mecburiyetinde kaldı. 
Aslında cumartesi pazarına gitmek isterdim . Fiyatları hem uygun hemde güzel ürünler bulunabiliyor. Ama pazar gibi kalabalık tıklım tıklım ortamlar beni boğuyor.  Sanki herkes üstüme üstüme geliyor gibi ,boğulma duygusuna kendimi teslim bırakıyorum.  Bide oraya gitmek çok vaktimi alıyor . Cevahir aylardır alışverişe gitmek istediğim yer. Gezmeye tiyatroya cevahire gidebilmek nasip olsa da alışveriş bi türlü nasip olmuyor çünkü uzak kalıyor. Halbuki çok güzel mağazalar mevcut.  Ama derse geç kalmamam gerek çünkü dersten sonrada Özlemciğim evine davet etti. Yani zincirleme hepsi. Derse geç gidemem, gidersem geç çıkar Özlem'e geç kalırım dolayısıyla alışverişi yakında yapmam , mesaiye kalmamam gerekti. Ve bende öyle yaptım.  Zorladım biraz, her ne kadar Ali abi bana kıl olsa da öyle oldu.   
Kale center da aldım soluğumu hem yakın hem bildiğim yer. Sadece üç mağaza gezdim o kadar iyi biliyorum düşünün. İlk mağazadan bi hırka beğendim.  İkinci mağaza da bişey yoktu. Sonra Koton a indim heralde 2 saat rahat oyalanmışımdır. Eski tabirimle bir elbise yeni tabirimle bir tunik aldim (tesettür farkının biride bu sanırım). Bide beğendiğim ama pahali gelen çantayı rafta bıraktım . Gezmeye devam ederken ne duyayım kasada % 30 indirim !  İçimde ki sesler heyecanlı heyecanlı  "Nurseli bu çantayı alman için bi işaret " dediler. Bende yine onlara uydum gittim hemen aldım o  çantayı .Ama kurtuldum mu? Hayır tabi ki.  İçimdeki sesler bu sefer "o hırkayı almayacak mısın, tüh rengide çok güzeldi" diyerek bana o hırkayı da aldırttılar. Eve gidince babamdan  "bu kadar kıyafetin var yine mi kıyafet aldın?" fırçasını artık yemek farz olmuştu. Ama napıyım babamı patronumla, tüm arkadaşlarımla, eşimle dostumla tanıştırmıştım ama bi türlü şu içimdeki sesler korosu ile tanıştıramamıştım. Eğer tanışmış olsaydı zaten her birinin ağzını tek tek bantlardı. Benim bazen yapmak isteyip yapamadığımı yapardı. 
Eve gittim bi şekilde. Aslında bi şekil falan yok yanlış anlaşılmasın eve gittim minibüs ile desem daha doğru olur.  Hemen hazırlandım biraz atıştırdım koşa koşa hocanın evinin yolunu tuttum. Vardığımda hoca içeri geç Bedriye ablan sana çay koysun dedi. Bedriye abla hocanın karısı oluyor.  İçeri geçtim.  Hiç gerek yok zahmet olmasın diye ısrar da etsem önüme bi bardak çay birde içinde muzlu ama daha önce görmediğim bi tatlı yanında hazır kurabiyeli bi tabak kondu. Kurabiyelerin tadına bakmadım çünkü beğenmeyeceğimi biliyordum. Böylede peşin hükümlüyümdür doğrusu. Ama muzlu tatlı konusunda içimi bi merak sardı.  İster istemez tadına baktım.  Tadına bakarsan bitirmek zorundasın gibi hissettim yoksa ayıp olurdu. Sonra Bedriye ablaya "bu tatlıyı ilk defa yiyorum nedir bu ? Yöresel mi " diye sordum. Bedriye abla "muzlu revani   tatlısı" dedi. sonra aklıma bi  akşam hocanın zoruyla akşam yemeğine kaldığım gün geldi. Aslında hiç oturmak istemiştim çünkü hem toktum hemde ben çok yemek ayırırım yiyemezsem olmaz diye. Hocanın isteği galip geldi takibi oturtturdu beni masaya sonra hep birlikte yemeye başladık.  Yemekleri beğenmiştim. Çorbası güzeldi, barbunyası şekersizdi , pizzanın da hamuru pişmemişti. Ama yinede eli lezzetli olduğundan on üzerinden yedi puanı verdim Bedriye ablaya.  Bu tatlıyı da o puanı düşünerek yedim belkide ama pek beklediğim gibi çıkmadı. Belkide güzeldir ama ben zaten revani sevmem ki. Yani bana kalırsa muza da yazık olmuş.

Ben açık sözlü insanım. Ama insanları kırmak yerine yada üzmek yerine "güzel olmuş ellerine sağlık " demeyi tercih ederim. Böylelikle kadın içinden mutlu olur. Bazıları tatlısıyla,  bazıları iltifatla (ben gibi ) bazıları çiçekleriyle mutlu olur.  Annem gibi. Yani bi kadını mutlu etmek aslında kolaydır.  İki güzel cümle ve samimi bir gülümseme ile mümkündür en basiti .  Erkeklerse kadın ne ister  sorusunun cevabını bir türlü veremez. Kadınlar ise  "iki sözle" mutlu olacağını anlaması gerektiğini bunun söylemesine gerek bile olmadığını düşünür. Erkekler bunu anlayamaz, kadınlar da bunu anlatmaz , sonra ne erkek kadını, ne kadın erkeği anlar işte böyle kaos yaşanır.  
Sonra ne mi olur ? Kadınları anlamak çok zor yada bu erkekler nasıl yaratıklar falan fisman . Bundan bilmem kaç yüz yıl önce empati diye bi şey ortaya çıkardılar. Kendini başkasının yerine koy diye. Sen karşındaki kişi olmazsan ne isteyeceğini zaten bilemezsin. Tok açın halinden ne anlarmış kuzum ! Empati empati diyerek yazımı başlangıcından sonuna kadar çok alakasız bir şekilde sonlandırıyorum. Hoşça kalın... 

Yorumlar

Popüler Yayınlar